TrDizin İndekslenen Yayınlar
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/20.500.12597/3198
Browse
Browsing by Language "tur"
Now showing 1 - 20 of 2084
- Results Per Page
- Sort Options
TRDizin 1,2 DİMETİLHİDRAZİN İLE OLUŞTURULAN KOLON KANSERİ MODELİNDE ZEOLİT DESTEKLİ BESLENMENİN KANSER GELİŞİMİNE ETKİLERİ(2020-01-01) Kadriye AKGÜN DAR; Ayşegül KAPUCU; Serap KURUCA; Dilşad ÖZERKANAmaç: Çevre kirliliği ve 1,2-Dimetilhidrazin (DMH) gibi kimyasalmaddelere maruz kalan bitki ve hayvanlarla beslenmek insanlardaçeşitli hastalıklara yol açar. Bunlardan biri kolon kanseridir.Yapılan çalışmalarda DMH’in gastrointestinal sistemde birikerekorganların fonksiyonlarını bozduğu ve kansere yol açtığı görülmüştür.Zeolit, adsorbsiyon ve iyon değiştirme özelliği nedeniylebirçok alanda kullanılmakla birlikte özellikle tıpta kullanımı dayaygınlaşan aluminyum silikat yapısındaki bir volkanik mineraldir.Zeolitin en bilinen türü olan ve zararsız olduğu kanıtlananklinoptilolitin, insanlara oral yolla verildiğinde kana geçmediğive gastrointestinal sistemden feçes olarak atıldığı görülmüştür.Ayrıca insanlara oral yolla verilen klinoptilolitin, kanda çözünmedengastrointestinal sistemden geçtiği görülmüştürGereç ve Yöntem: Çalışmada sıçanlarda DMH ile oluşturulankolon kanserine klinoptilolit ile beslenmenin etkileri araştırılmıştır.Deneyde kontrol, klinoptilolit, DMH ve klinoptilolit+DMHgrubu olmak üzere 27 Wistar albino sıçan kullanılmıştır. On altıhafta boyunca DMH grubuna haftada bir DMH enjekte edilirken;klinoptilolit ve klinoptilolit+DMH grupları klinoptilolit ile beslenmiştir.Alınan tüm kolon örnekleri rutin preparasyon işlemlerindengeçirilerek, ışık mikroskobunda incelenmiştir. Ayrıca kolonkanserinde sık rastlanan Wnt-ß-katenin sinyal yoluna özgü ß-kateninantikoru ile immunhistokimyasal boyama yapılarak molekülerdeğişiklikler belirlenmiştir.Bulgular: DMH grubunda epitel hücrelerinin boylarında kısalma,nükleuslarında şekil değişiklikleri, kripta hücrelerinde büyüme,kan damarı ve bağ doku miktarında artış ve lökosit infiltrasyonugözlenmiştir. DMH+klinoptilolit uygulanmasının bu değişiklikleriazalttığı saptanmıştır. ß-katenin reaksiyon şiddeti sırasıyla DMH> klinoptilolit> kontrol > DMH + klinoptilolit olarak belirlenmiştir.Sonuç: Klinoptilolitin, hücre proliferasyonunu azaltarak DMH’ninolası toksik etkilerini azalttığı düşünülmektedir.TRDizin 1-(4-klorofenil)-3-metil-5-{4-[(2-metilfenil)metoksi]fenil}-1H- pirazol’ün Kristal Yapısı ve Hirshfeld Yüzey Analizi(2022-01-01) Abdullah AYDIN; Nefise ÖZÇELİK; Mehmet AKKURT; Sümeyye TURANLI; Erden BANOĞLUBu çalışmanın amacı, 1-(4-klorofenil)-3-metil-5-{4-[(2-metilfenil)metoksi]fenil}-1H-pirazol bileşiğinin X- ışınları tek kristal kırınım yöntemi ile kristal yapısının ve Hirshfeld yüzey analizinin araştırılmasıdır. Kapalı formülü C24H21ClN2O olan bu bileşikte; 4-klorofenil, 2-metilfenil ve benzen halkaları, 3-metil-1H-pirazol halkasına göre sırasıyla 59.8 (2), 25.2 (2) ve 45.6 (2)°’ lik dihedral açılarıyla yönlenmektedirler. Moleküller, moleküler paketlemenin dengelenmesine katkıda bulunmak için moleküller arası C–H ··· π etkileşimleriyle bağlanmıştır. Ayrıca bileşikteki supramoleküler etkileşimleri doğrulamak ve ölçmek için Hirshfeld yüzey analizi kullanılmıştır. Elde edilen veriler, kristal paketlemede en önemli katkıların H···H (%49.8), H···C/C···H (%27.6) ve H ··· Cl/Cl· ··H (%10.4) etkileşimlerinden kaynaklandığını göstermiştir.TRDizin 10 YAŞ GRUBU ÖĞRENCİLERİNİN FİNANSAL OKURYAZARLIK EĞİTİMİ İLE TÜKETİM VE TASARRUF DAVRANIŞLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ANALİZİ(2022-12-31) Salim ŞENGEL; Taylan AKGÜL; Basil OKOTH; Hüseyin YOLCU; Serpil ALTINIRMAK; Şirin ŞENGELGünümüzde yetişkinler kadar çocuklar da giderek karmaşık hale gelen ekonomik sistemde doğru kararlar verebilmelerini gerektiren bir çağda yaşamaktadırlar. Çocukların doğru finansal kararlar almalarını sağlamak için çocuklara finansal bilgi ve beceri kazandırılmasının kritik ve acil bir ihtiyaç olduğu pek çok araştırmacının ortak görüşüdür. Çocuklar için finansal eğitim programı hazırlanırken cinsiyet, ırk, yaş, eğitim düzeyi vb. birçok faktör dikkate alınmalıdır. Ayrıca eğitim programlarının çocukların yaşam boyu kullanabilecekleri finansal bilgi ve becerileri içerecek şekilde yapılandırılmaları önerilmektedir. Erken yaşlarda kazanılacak/kazandırılacak doğru tüketim alışkanlıkları ve tasarruf bilinci ile ülkemiz kalkınmasına katkı sağlanabilir. Bu çalışmanın amacı, 10 yaş grubu öğrencilerinin finansal okuryazarlık eğitimleri ile tüketim ve tasarruf davranışları arasındaki ilişkinin ortaya konulmasıdır. Araştırmada Eskişehir ili Tepebaşı ve Odunpazarı ilçe merkezinde Mustafa Kemal İlkokulu, Dumlupınar İlkokulu ve Şehit Mustafa Türker İlkokulu’na 4. Sınıfta öğrenim gören (10 yaş grubu) toplam 122 öğrenciden bir çalışma grubu oluşturulmuştur. Araştırma yarı-deneysel bir çalışma olarak yürütülmüştür. Bu doğrulta her üç okulda deney ve kontrol grupları oluşturulmuştur. Deney gruplarına araştırmacılar tarafından hazırlanan finansal okuryazarlık eğitim modüleri doğrultunda toplam 300 dakika (10 modül) eğitim verilmiştir. Araştırma sonunda deney grubunda bulunan öğrencilerin finansal okuryazarlık eğitimleri ile tüketim ve tasarruf konularında bilgi ve becerilerinin arttığı gözlenmiştir.TRDizin 1673-1850 Tarihleri Arasında Narh Kayıtlarına Göre Kastamonu’da Un ve Unlu Mamul Fiyatları(2019-03-01) Murat FİDANSosyo-kültürel ve hukukî açıdan önemli bilgi ve veriler içeren Osmanlı mahkeme kayıtları,geçmişin birikimini günümüze yansıtan kıymetli yazılı kaynaklardandır. Belli bölgelerde yer alanhukukî, idarî ve iktisadî yaşantıya ait bu kayıt defterleri yerel farklılıkları ortaya koymasının yanısıra tüm bölgelere ait kayıtların gözlenmesi ile birlikte ülke geneline ait tespitlerin de oluşmasınısağlamaktadır. Bu çalışmada benzer kayıtlar ışığında Kastamonu Vilayetindeki ekonomikfaaliyetlerin seyri incelenmiştir. 1673 / 1850 tarihleri arasında Kastamonu’da devletin resmiolarak belirlemiş olduğu unlu mamullere ait narh seviyeleri, Kastamonu Şer‘iyye Sicillerinde yeralan verilere göre tespit edilmiştir.Emtia fiyatlarını belirlemeye yönelik belirlenen narh, resmi belge niteliği taşıdığı için kayıt atınaalınmıştır. Bu kayıtlar, Kastamonu Vilayetinde emtia fiyatlarının belirlenmesi açısındanönemlidir. Çünkü bu fiyatlara bakarak Osmanlı’da 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıkan siyasî, askerîve sosyal gelişmelerdeki istikrasızlıkların yansımalarını görmemiz mümkün olabilmektedir.Osmanlı Devletindeki bu gelişmeler, paranın değerinin düşmesine, buna karşılık fiyatlarınyükselmesine, kısacası enflasyona yol açmıştır. Kuşkusuz bu durumdan Kastamonu Vilayeti deetkilenmiştir. Kastamonu Vilayetinde belirtilen tarihler arasında ifade edilen istikrasızlığın unlumamul fiyatlarına yansıması, bu çalışma neticesinde ortaya konulmuştur.TRDizin 17-19. YÜZYIL OSMANLI DÖNEMİ İLİM TASNİFLERİNDE ASTRONOMİNİN YERİ VE GELİŞİMİNİN SEYRİ(2022-09-15) Fatma Zehra PATTABANOĞLUBu makalede 17. ve 19. yüzyıllar arasında Osmanlı’da yazılan ilimler tasniflerinde astronominin nasıl değerlendirildiği ve bu ilimde meydana gelen gelişmelerin nasıl takip edildiği ele alınacaktır. Zira ilimler tasnifi eserleri müelliflerin ve dolayısıyla dönemin varlık ve bilgi anlayışına ışık tutması bakımından önemli bir yere sahiptir. Bu tasniflerde çoğunlukla dinî ve aklî ilim ayrımı yapılmış, fayda ve zararları bakımından ilimlerin meşruiyeti tartışılmıştır. Astronomi ilmi pratik ihtiyaçlar bakımından dinsel öneme sahip olmakla birlikte teorik bakımdan aklî ilimlerden kabul edilmiştir. Taşköprülüzâde’nin ilimler tasnifi kendisinden sonra gelen musannifleri büyük ölçüde etkilemiştir ve astronomi sınıflaması da en kapsamlı olanlardandır. Bu sebeple çalışmada onun tasnifinde yer alan astronomi ilmi gözden geçirildikten sonra Kâtib Çelebi, Saçaklızâde ve Hayâtîzâde’nin tasniflerinde astronominin yerine bakılacaktır. Modern astronominin Osmanlıya girişi bağlamında ele alınan isimlerden birisi olması bakımından Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın nazım türünde yazdığı ilimler tasnifinde astronomiye bakışı da kısaca verilecektir. Ayrıca zikredilen dönemlerde yeni astronomiye karşı nasıl bir tavır sergilendiği ve Kopernikçi sisteme intibakın nasıl bir süreçte gerçekleştiği ele alınacaktır.TRDizin 17. Yüzyıl İstanbul Mutfağına 1640 Tarihli Narh Defterinden Bir Bakış (A Look at the 17th Century Istanbul Cuisine from the Narh Book Dated 1640)(2024) Yeşil, S.Ç.; Yıldız, S.17. yüzyıl İstanbul mutfağında kullanılan gıdaların tespit edilmesi amacıyla hazırlanan bu çalışmada, 1640 tarihli narh defteri dokuman incelemesinden yararlanılarak analiz edilmiştir. 1983 yılında Mübahat S. Kütükoğlu tarafından “Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri” başlığıyla günümüze gelmiş olan bu eser betimsel analizden yararlanılarak çözümlenmiştir. Eserin 247 sayfalık metin bölümünün tamamı tercüme edilerek gıda ile ilgili olan “Es’âr-ı Me’kûlât, Es’âr-ı Attârân, Es’âr-ı Eşribe ve Me’âcin” bölümleri sınıflandırmaya tabii tutulmuştur. Sonuç olarak narh defterinde toplam 275 gıdanın olduğu tespit edilmiş ve bu gıdalar 13 sınıfta toplanmıştır. İlerleyen çalışmalar için; Osmanlı Devleti’nde özellikle eksik olarak ifade edilen yüzyıl mutfaklarının araştırılması, arşiv tabanlı çalışmaların yapılması, ürün odaklı incelemelerde bulunulması, yabancı seyahatnamelerin irdelenmesi ve narh defterlerinin sentezinin yapılması önerilmektedir.TRDizin 18. Yüzyıl İstanbul’unda Mahallelilik Bağlamında Müslim-Gayrimüslim İlişkileri(2023-06-15) M. Tarık KARAOSMAN; Alaattin DOLUBu çalışma 18. yüzyılda İstanbul mahallelerinde meskûn olan gayrimüslim ve Müslümanlar arasındaki ilişkileri mahallelilik ekseninde ele almaktadır. Bu ilişkilerin tespiti İstanbul Ahkâm Defterleri ile İstanbul Şer‘iyye Sicilleri vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. 18. yüzyılda İstanbul’da beş yüz bin kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu nüfus içinde gayrimüslimlerin oranı ise 1740 tarihindeki cizye evrakı sayımına göre yaklaşık %42 civarındadır. 1776 yılı haraç gelirlerine göre ise bu oran %28’dir. İstanbul’da dinî ve etnik mensubiyet veya aynı işkolu ve belirli bir zümreye tabi olma gibi etkenler mahalleyi bir araya getirmiştir. Müslümanlar ile gayrimüslimler bu mensubiyet çerçevesinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Böylece mahalle ile cemaat kavramı birbiriyle kesişmiştir. Neticede İstanbul’da Ermeni, Rum, Latin veya Hristiyan ve Yahudi olarak tesmiye edilen mahalleler teşekkül etmiştir. Osmanlı şehri zamanla kendine has özellikler kazanarak gelişirken 17. ve 18. yüzyıllar bu özelliklerin en belirgin olduğu dönemlerdir. Osmanlı mahallelerine de yansıyan bu durum cemaatler arası ilişkilerin örneklendirilmesi açısından önemlidir. Zira bu dönemde İstanbul mahallelerinde karışık yaşamın görüldüğü pek çok yer bulunmaktaydı. Bununla beraber gayrimüslimlerin Müslüman mahallelerinde meskûn olmalarının bazı sınırları vardı. Bu sınırlar kültürel ve dinî farklılıkların sonucu olarak ortaya çıkarken, mahallelerin sınırlarını da fizikî olarak da belirlemekteydi. Osmanlı mahallelerinde sorumluluk bilinci ve mahallelinin sosyal kontrol işlevine dair yapılan çalışmalar çoğunlukla Müslümanlar nezdinde irdelenmiştir. Bu çalışmada gayrimüslimlerin komşuluk ilişkileri ele alınırken onların Müslüman mahallelerinden ihracı meselesine değinilmektedir. Böylece mahallelerdeki kural ve kaidelerin İstanbul’daki müslim-gayrimüslim ilişkilerini nasıl etkilediği incelenmiştir. Bu ilişkilerde mahallelinin takındıkları tavır, benimsedikleri anlayış ve bu anlayışın gayrimüslimlere yansıması arşiv kaynaklarından örneklerle anlatılmıştır. Nitekim mahalleli açısından kişilerin hüsn-i halleri ve güvenilir olup olmadıkları aynı mabedin çatısı altında olmakla eş tutulabilmekteydi. Bu nedenle Müslüman mahallelerinde ya da cami/mescit etrafında veya yakınında oturan gayrimüslimlerin konumları hem sosyal düzenin sağlanması hem de cami cemaatinin azalması nedeniyle bir sınır olarak düşünülmüştür. Osmanlı şehirlerinde sosyal düzeni sağlamak için komşular arasında gerçekleştirilen kefalet sistemi, her türlü gayriahlaki ve güvenlik tehdidine karşı onları birlikte hareket etmeye sevk etmekteydi. Otoriteden kanun yoluyla alınan yetki mahallelide mesuliyet bilincini ortaya çıkarmıştır. Bu sistemin dışına çıkanlar mahalleden veya mensubiyeti olduğu mekândan, mesuliyet bilincine ve mahallenin asayişine halel getirdikleri gerekçesiyle ihraç edilirlerdi. En küçük idari birim olarak mahallenin sakinleri için aynı ibadethane etrafında gelişen bu dayanışma ihtiyacı sosyal hayatı muhafaza etmek için gereklidir. Bu durum ise kişilerin kendi dindaşları veya cemaatleriyle birlikte yaşama arzusuyla şekillenmekteydi. İlaveten Osmanlı şehirlerinde gayrimüslimlerle Müslümanların mahallelilik mesuliyeti benzer davranışlar sergilemektedir. Hatta mahallenin düzenini bozanlara karşı mahalleler arası dayanışma gösterilmiştir. Mahalle veya cemaat önderinin önderliğinde mahalleli arasındaki sosyal nizamın sağlanmasıyla kişilerin su-i hal veya hüsn-i hal içinde olup olmadıkları tespit edilebiliyordu. Mahalleli ve yöneticiler açısından su-i hal durumunda olmanın pek çok sureti vardı. Bunun bedeli de mahalleli tarafından mahalleden ihraç olarak talep edilebiliyordu. Böylece kanun mahallede yaşayanları birbirine müteselsil kefil yapmakta ve su-i hal içinde olanların mahalleden ihracını ve cezalandırılmalarını sağlamaktadır. Neticede bu çalışma gayrimüslimlerin Müslüman mahallesindeki konumlarını sorgularken mahallelerdeki su-i hal durumunu çeşitli yönleriyle ele almaktadır.TRDizin 1890 ve 1895 Yılları arasında Gaziantep’in medrese, yemek, su ve çeşme vakıfları(2012-09-01) Sibel KAVAKLIGaziantep şer’iyye sicilleri içerisinde yer alan vakıf kayıtlarının incelenmesi sonrasında oluşturulan bu çalışma, 1890 ve 1895 yılları arasındaki Gaziantep’in medrese vakıfları ile yemek, su ve çeşme vakıflarının işleyiş ve gelişmeleri hakkında bilgiler sunmaktadır. Kuruldukları bölgelerde eğitim ve öğretim faaliyetlerinin gerçekleşmesi ve devamlılığını sağlayan medrese vakıflarının her dönem toplumda birlik ve dayanışmayı gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Bu çalışmada, özellikle şer’iyye sicillerine göre, medrese vakıflarıyla birlikte fakirlere yemek ve aşure dağıtılması gibi bazı etkinlikler ve halk tarafından yararlanılsın diye yapılan su ve çeşme vakıfları gibi sosyal içerikli vakıflarla ilgili belgeler değerlendirilecek ve sonrasında bu alanlarda kurulmuş eski ve yeni vakıfların işleyişiyle bağlantılı çeşitli veriler sunulmaya çalışılacaktır.TRDizin 1916 YILINDA YAŞANAN TÜRKİSTAN BAĞIMSIZLIK İSYANI’NIN CEDİTÇİ ŞAİR ABDULLAH AVLÂNÎ’NİN ŞİİRLERİNE YANSIMASI(2022-03-01) Murad HALMETBirinci Dünya Harbi sırasında savaşan ülkelerde iktisadi, askerî, insani ve maddi kayıplar meydana gelmiştir. Savaş sırasında söz konusu kayıpları karşılamak için Rus Çar'ı II. Nikola 1916 yılında gayr-i Rus ahaliden özellikle Türkistan'dan 250.000 amele alınmasını emreder. Bu emre itaat etmeyen Türkistan Türklüğü Rus sömürge düzenine karşı başkaldırır. Halk, Ceditçi aydın ve din adamlarının teşvikiyle "Merdikârlar İsyanı/Ameleler İsyanı" adıyla millî bir isyan hareketi başlatırlar. Çar ordusu bu isyanı kanlı bir şekilde bastırarak binlerce Türkistanlıyı katleder. Yine binlercesi ya hapsedilir yahut Sibirya'ya sürgüne gönderilir. Onbinlerce insan da, vatanını bırakıp Doğu Türkistan'a hicret etmek zorunda kalır. Bu sistematik baskıların sonucunda halk ezilerek itaat altına alınır. 1916 yılında Türkistanlılar tarafından gerçekleştirilen isyanla ilgili Özbek edebiyatında ve halk edebiyatında birçok şiir meydana gelmiştir. Diğer Ceditçi şairler gibi Abdullah Avlânî de, bu konuda "Merdikârlâr Aşulesi/Ameleler Türküsü" adlı manzum eserini kaleme almıştır. Eserde, cephe gerisinde çalıştırılmak için gönderilmek üzere olan bir amelenin aile fertleri ile karşılıklı vedalaşması terennüm edilmektedir. Dolayısıyla vedalaşma diyalog şeklinde olup aile fertlerinin sıkıntılı, hüzün dolu hayatları, başlarına gelen musibet ve onları birbirinden ayıran “zalim feleğe/Çarlık Rusya” isyan ve nefret dile getirilmektedir. Dolayısıyla söz konusu eser, Bolşevik İhtilâli'ne yol açan sosyal ve siyasi hadiseleri yansıtan şiirleri ihtiva etmesi bakımından önem taşımaktadır.TRDizin 1921 ANAYASASI’NIN UYGULANMASINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME VE TESPİTLER(2021-01-01) Ercan ÇELEBİBilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde demokratikleşme süreci ya da anayasacılık hareketleri Sened-i İttifakla başlamış, fasılalarla Tanzimat, Islahat, I. ve II. Meşrutiyet Dönemlerinde devam etmiştir. Kanun-i Esasi ile devletin kuruluşu düzenlenmiş, temel hak ve özgürlüklere yer verilmiş; bununla birlikte Padişahın yetkileri tam anlamıyla kısıtlanamamıştır. Anayasal gelişmeler II. Meşrutiyet Dönemi’nde de devam etmiş; yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri Padişahın müdahale alanından çıkarılmıştır. 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan ve Misak-ı Millî’yi kabul eden Osmanlı Mebusan Meclisi, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgalini müteakip dağıtılmış ve üyelerinin bir kısmı Malta’ya sürgün edilmiştir. Bu durum karşısında Mustafa Kemal Paşa 19 Mart 1920 tarihinde bir beyanname yayımlayarak, yapılacak seçimlerden sonra “salâhiyat-ı fevkalâdeye malik bir meclisin” Ankara’da toplanacağını duyurmuştur. Bu çağrı üzerine gerçekleştirilen seçimlerden sonra 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da açılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yerine getirdiği en önemli görevlerden bir tanesi de, 20 Ocak 1921 tarihinde 1921 Anayasası’nı kabul etmiş olmasıdır. 1921 Anayasası ise temel hak ve özgürlükler, yargı kuvveti ve anayasa değişikliği hususunda izlenecek usuller gibi bölümlere yer vermemiş, 23 maddeden oluşan çerçeve bir Anayasa’dır. 1921 Anayasası, Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin kuruluşunu hukukî bir zemine oturtması ve egemenliği millete vermesi bakımlarından önemlidir. Ancak 1921 Anayasası’nın ilgili maddelerinin hemen uygulanması, dönemin şartlarına göre mümkün olmamıştır. Bu durum Canik (Samsun) Mebusu Ahmet Nafiz Bey tarafından 18 Haziran 1921 tarihinde, 1921 Anayasası’nın bazı maddelerinin neden tatbik edilmediğine dair bir sual takririni Meclis Riyaseti’ne vermesine neden olmuştur. Bu çalışmada 1921 Anayasası’nın uygulanması/uygulanabilirliği sorunu, Anayasa’da yer alan milli egemenlik ve mülkî idareye ilişkin maddeleri göz önünde bulundurularak irdelenmeye çalışılmıştır.TRDizin 1929 DÜNYA İKTİSADİ KRİZİ, OTORİTERLEŞEN DEVLETLER VE TÜRKİYE’YE YANSIMALARI(2021-04-01) Fatmanur AKSÖZ; Berkan GÜNGÖRKuşku yok ki insanlık tarihi boyunca krizler somut bir gerçek olarak süregelmiştir. Tarih boyunca gerek doğalkaynaklı gerek yapay kaynaklı yaşanan birçok kriz insanoğlunu derinden etkilemiş ve insanlığa çok ciddizararlar vermiştir. Ancak 1929 Dünya İktisadi Krizi, tarihte insanlığın yaşadığı en büyük iktisadi kriz olarakkayıtlara geçmiştir. İktisadi hayatta yaşanan olayların siyasal hayata etki ettiği de su götürmez bir gerçektir.Nitekim dünya siyaseti her zaman iktisadi ilişkiler ve sistemler etrafında şekillenmektedir. Politikaların,devletlerin, toplumsal dönüşümlerin, coğrafyaların, tarihlerin, anayasaların ve hatta dinlerin bile şekillenmesindeiktisadın etkisi küçümsenemeyecek derecede fazladır. Bu bağlamda da bu çalışmada, 1929 Dünya İktisadi Krizisonucunda devlet sistemlerinde ve uluslararası ilişkilerde yaşanan değişimler, krizin etkileri bakımındanincelenmiştir. Araştırma sonucunda 1929 krizi sonrası dünyada kabul edilen devletçi politikalar ile devletleringiderek otoriterleştiği ve bunun da İkinci Dünya Savaşı’na giden süreci hızlandırdığı tespit edilmiştir. Ayrıcahiçbir zaman kapitalist sisteme tam olarak entegre olamamış olan Türkiye’nin de, dünyaya ayak uydurmak içindünya ile paralel olarak yaşadığı gelişmeler de ele alınmıştır. Nitekim araştırmadan çıkarılması gereken en temelsonuçlardan birisi, iktisat ile siyasetin her zaman bir bütün olarak ele alınması gerekliliğidir.TRDizin 1933 Yılında Ali Yar Tarafından Yazılmış Lise III Kozmografya Kitabı ve Liselerde Astronomi Dersleri(2016-01-01) Yavuz UNATBu makalenin amacı, 1933 yılında Devlet Matbaası'nda (İstanbul) basılan, matematikçi Ord. Prof. Dr. Ali Yar tarafından kaleme alınan Kozmoğrafya adlı Lise III ders kitabı bağlamında Cumhuriyet Dönemi boyunca liselerdeki astronomi eğitimini ele almak ve günümüzde lise eğitiminde astronomi örneğini kullanarak bilim eğitimini sorgulamaktır.1TRDizin 1954 ve 1957 Seçimlerinde Muhalefete-Basına Getirilen Kısıtlamalar ve Tepkiler(2019-03-01) Ayşe ASKERKlasik anlamda bir siyasal rejimin demokratik olup olmadığının belirlenmesinde başvurulan kriterler vardır ve bunlar içinde basın özgürlüğü de önemli yer tutar. Bireylerin toplumu ilgilendiren olaylar hakkında bilgi edinebilmesi ve düşüncelerin yayılabilmesi olarak tanımlanacak basın özgürlüğünün elde edilmesi de, 19. yüzyıl boyunca ülkelerin toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmelerine bağlı olarak değişiklik göstermiştir. Bununla birlikte, basın özgürlüğünün gelişiminde, genel oy hakkı ve gazetecilikteki teknik ilerlemeler önemli rol oynamıştır. Avrupa’da basın özgürlüğü için girişilen uzun mücadele, önce İngiltere’de ortaya çıkmış daha sonra Amerika’ya ve Avrupa’ya yayılmıştır. Bu mücadele sonunda basın kendini özellikle liberal demokrasilerde yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü güç olarak kabul ettirmiş ve basının görevlerini yerine getirebilmesi için de özgür olması fikri ilkesel olarak kabul edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de, iktidar-basın ve muhalefet-basın ilişkilerinde siyasal partilerin iktidardayken basın özgürlüğünü kısıtlayıcı olduğu, muhalefetteyken ise basın özgürlüğünü savunduğu söylenebilir. Çalışma, bu fikri ortaya koymak için tasarlanmış tarihsel bir betimleyici araştırmadır. Bunun için de tarihsel dönem olarak Türkiye’de liberalleşmeyiçoğulculuğu gösteren çok partili dönem ve onu hazırlayan tek partili dönem ele alınmıştır. Demokrat Parti’nin (DP) liberal demokrasilerde, temel hak ve özgürlüklerden biri olan basın özgürlüğüne aykırı olarak özellikle seçimleri gözeterek muhalefeti ve basını kısıtlamaya çalışması; DP iktidarı döneminin seçimleri olan 1954 ve 1957 seçimleri gözönüne alınarak, bu dönemde yapılan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) mallarının Hazine’ye devri ve basın-radyo konusunda yapılan yasal düzenlemeler üzerinden somutlaştırılmaya çalışılmıştır. Makalede, bu konuda yapılmış çalışmalar yanında, arşiv notlarından ve gazete taramalarından yararlanılmıştır. Çalışma, tarihsel olarak Türkiye’de liberalizme/çoğulculuğa geçildiği bir dönemde, demokrasi açısından iyi bir sınav verilmediğini göstermesi ve bunun ışığında günümüz gelişmelerini değerlendirebilmek açısından önemli bir veri sağlamaktadır.TRDizin 1960’lı Yıllarda Türk Solunun Almaşıklığı: Sosyalizm ve Milliyetçilik(2021-04-01) Berkan GÜNGÖRTürkiye’de milliyetçilik genelde sağ ideolojilere mahsus bir kavram olarak düşünülmekte sol ideoloji ise, milliyet veya din olgusundan arınmış ve hatta ona karşı olacak söylemlerle bağdaştırılmaktadır. Milliyetçi merkez sol olarak ön plana çıkan ulusalcılık fikri bu algıyı biraz yıksa da, aslında sol ve milliyetçilik arasındaki ilişkide incelemelerin Türk Solu’nun zirve yaptığı 1960’lı yıllar göz ardı edilerek yapılmış olduğu görünmektedir. 1960’lı yıllarda görece Türkiye tarihindeki en hegemonik günlerini yaşayan Türk Solu, çeşitli formlarda kendini göstermiştir. Bu hareketlerin birçoğunun Kemalizm’in ve antiemperyalist bir ruhtan kaynaklı milliyetçiliğin etkisinden çıkamadıkları rahatlıkla söylenebilecektir. Radikal birkaç örnek dışında sol hareketlerde bariz bir milliyetçilik vurgusu vardır. Özellikle Yön, TİP ve MDD hareketlerinin bazı söylemlerinde hâkim bir Türk milliyetçiliği (ulusalcılığı) gözlemlenmektedir. Keza benzer şekilde TKP/ML hareketi de bariz bir şekilde Kürt milliyetçisidir. Sol hareketlerin milliyetçiliğe yaklaşımları çoğunlukla sömürge karşıtı ve tepkisel milliyetçilik olarak gelişmiştir. 1960’lı yıllardaki sol hareketlerin Milliyetçiliğe yaklaşımları ise kimi zaman pragmatist nitelikler taşısa da, samimi inançlar barındırdığı da inkâr edilemeyecektir. Çalışmada tespit edilen önemli bir nokta ise Sosyalist tezlerle öne çıkan sol hareketlerin, milliyetçi argümanları sosyalizmin temel argümanlarından bile daha çok vurgulamış olmalarıdır. Hülasa 1960’lı yıllarda Türk solu milliyetçi ve sosyalist bir almaşıklığa sahip görünmektedir.TRDizin 1999 Marmara Depremi ve Güneş Tutulmasının Naive Bayes Sınıflayıcısı ile İstatistiksel Analizi(2021-01-01) Muna Omar Adelsalam ALGAHANI; Seçil Karatayİyonosfer, atmosferin 50 ila 1000 km yükseklikleri arasında yer alan, güneşten gelen radyasyonla plazma durumuna iyonize olmuş, önemli bir katmanıdır. İyonosferik plazmanın en belirleyici parametresi, güneş, jeomanyetik ve sismik hareketlilikle ve güneş patlamaları, Güneş Lekelerinin Sayısı, güneş rüzgârı, jeomanyetik fırtınalarla değişkenlik ve bağlaşım gösteren elektron yoğunluğudur. Elektron yoğunluğunun ölçülebilir önemli bir niceliği de, iyonosfer ve üst atmosferin yapısını araştırmak için etkili bir yol sağlayan Toplam Elektron İçeriği’dir (TEİ). TEİ, bir ışın yolu boyunca elektron yoğunluğunun çizgi integrali veya bir ışın yolu boyunca toplam elektron sayısı olarak tanımlanmaktadır. İyonosferin uzamsal-zamansal değişkenliği, ayrıca, uzamsal-zamansal yönsemeler ve Yer’in manyetik alanındaki bozulmalar, yerçekimi dalgaları ve sismik hareketliliğin üst atmosfere ve iyonosfere bağlaşımından da etkilenmektedir. Bu değişkenliklerin bazıları iyonosferde belirli bir frekans, süre ve hızda yayılan dalga benzeri salınımlar üretir. Bu çalışmada, sismik, güneş ve jeomanyetik hareketliliğe bağlı olarak iyonosferde meydana gelen bozulmaların ve iyonosferin sakin olarak nitelendirilen durumundan sapmaların tespiti için Naive Bayes Sınıflandırıcısı kullanılmıştır. Naive Bayes Sınıflandırıcısı, Türkiye üzerinde konumlandırılmış Yerküresel Konumlama Sistemi (YKS) istasyonlarından 1999 yılında meydana gelen güneş tutulması ve Marmara Depremi periyodunca kestirilen TEİ verilerine uygulanmıştır.TRDizin 20. YÜZYIL BAŞINDA KAZAK AYDINLARINDA ‘TÜRK’ VE(2015-09-01) Enver KAPAĞANBugün olduğu gibi geçmişte de Türk dünyasının birliğinden korkanlar ve rahatsızlık duyanlar, Türk ve Türkistan kelimelerine yükledikleri daraltıcı anlamlarla akraba olan toplulukları birbirinden koparma ve uzaklaştırma gayretini gütmüşlerdir. Özellikle Çarlık Rusya'sı döneminde Türkistan'ın bölünmesi, Ruslaştırılması ve Hristiyanlaştırılması faaliyetleri de Türk coğrafyasının ortak bir isimle anılmasını engelleme çalışmalarının bir ürünüdür. Saldırı sahalarının en başında da coğrafi ve etnik ayrıştırma kendini göstermiştir. Bu olumsuz çalışmalara karşılık Türk coğrafyasının bir parçası olarak Kazak Türkleri de millî şuur adına ellerinden geleni ortaya koymuş ve bu şuurla Rusya'nın yayılmacı ve sömürgeci politikasına direnmişlerdir. Bu dirençte kendisinden güç aldıkları temel kavram; içerisinde tarihi, kültürel, siyasi, dini, sosyal vd. unsurları ilk ve ortak haliyle barındıran Türk ve Türkistan şuurudur. Aydınların düşünce dünyasında Türkistan, zorlu şartlardan ve büyük kavgalardan kendisine sığınılan huzurlu bir geçmiş; ümit ve beklentilerin kendisinde somutlaştığı bir gelecek tefekkürüdür. Rusların çıkarmış olduğu tüm engellemelere rağmen Kazak Alaş Orda üyeleri Türk dünyası üzerinde oynanan oyunları bozmak için hem milli, hem de birleştirici tavır takınmaktan vazgeçmezler. Ortak Türk adıyla tarif edilebilecek bu coğrafyayı, aydınlar, sadece söylem düzeyinde bir ortaklık değil eylem olarak da müşterek hareket etmeyi amaçlarlar. Bu yüzden milli benliğin korunmasında en önemli unsur olan dil üzerinde önemle dururlar. Ortak Türk dili oluşturma gaye ve düşüncelerini ifade ederler. Tüm Türk dünyası aydınları gibi Kazak sahasının aydınları da, aynı dili konuşanların aynı milliyete kültür, tarih ve şuur bakımından sağlam bir mensubiyet bağıyla bağlanacaklarını çok iyi bilirler. Bu aydınların milli ideali, özelde boyların kendi şive ve lehçelerini korumaları, genel anlamda ise bütün Türk dünyasının ortak bir dille konuşması ve anlaşması için çaba sarf etmektir. Bu ortak dil vurgusunu eserlerinde sıkça dile getirirler. Bahsi geçen dönem, şartları göz önüne alındığında 'Dilde, fikirde, işte birlik' çabalarının en yoğun yaşandığı zaman dilimidir. Haliyle Türklük ve Türk çatısı altında olsalar da çok geniş bir sahada ve çok çeşitli boylar olarak yaşayan Türk kavimlerinin kendilerine has lehçeleri mevcuttur. Bugün bizler nasıl ki bu tür çalışmalarda Türkiye Türkçesinin merkezde yer alması gayreti içindeysek, onlar da kendi lehçelerinin ön planda olmasını arzularlar. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken en önemli husus, bunu bir ayrıştırma ve bölme aracı olarak düşünmedikleridir. Bilakis birleştirici bir unsur olarak görmüşler ve bu hedefi taşımışlardır. Çünkü yazdıklarında bunu çok açık bir şekilde ifade etmişlerdir. Burada yüzlerce misalin içinden bir kaçını ele aldık. Bu şekilde anlatmak istediğimiz daha net olarak anlaşılacaktır. Ruslar, ortak dil konusundaki çalışmaları ve iyi niyetli teklifleri bile olmayacak yorumlarla sabote etmeye çalışarak Kazak aydınlarının ortak dil olarak Kazak Türkçesini teklif etmelerini de manipüle eder. Dahası Türk dünyası içerisinde de az olmakla beraber bu yoruma taraftar bulunur. Kısaca Kazak Türklerinin 20. yüzyılda yaşadıkları hemen hemen bütün Türk dünyası için ortak ıstırap kaynaklarıdır. Bu yaşananlar ışığında diğer Türk boylarının yaşadıklarını da belli ölçülerde anlayabilmek mümkündür. Türkistan coğrafyasında yaşanan en büyük zulüm; insanların fıtri bir ihtiyaç olan bir millete, soya ait olma şuurunun gizliden gizliye yürütülen faaliyetlerle, göz boyayan hilelerle ve açıktan yapılan zulümlerle yok edilmek istenmesidir. Zira millî şuur; içerisinde insanın zihin, ruh ve beden dünyasının ihtiyaç duyacağı her türlü gıdayı taşıyan bir kaynaktır. Bir insanın bundan yoksun bırakılması demek onda insana ait hiçbir şeyin kalmaması demektir. Özetle insan için millî şuur, var olmak ya da olmamak davasıdır. Biz de bu çalışmamızda bahsi geçen dönemde yetişip fikri ve fiziki yapıları ile asimile politikasının her adımına fiilen karşı durmuş, set oluşturmuş ve Rusların yüzyıllar boyu coğrafyada kalmasına engel olmuş Alaş Orda partisi üyelerinden müteşekkil şairlerin şiirlerinden hareketle Türkistan ve Türk kelimelerine; coğrafi, dil ve mensubiyet olarak yükledikleri anlam üzerinde duracağızTRDizin 2000’ler Türk Sineması’nda Aidiyetsiz Kent İstanbul(2019-01-01) Şeyma BALCI2000’ler Türk Sineması’nda İstanbul’un ne söylediği ve nasıl gösterildiği üzerindenhareket eden bu çalışmada, sinema ve kent meselesine bakarken kavramsal vetarihsel bir kategorizasyona başvurulmuştur. İncelenecek filmler belirlenirken2000’ler Türk Sineması’nda “sanat” sinemasına bakılmış, “popüler” film örnekleridışarıda bırakılmıştır. Bu bağlamda, sermayenin kentleşmesi dönemi içerisinde yeralan ve araştırmanın ampirik kısmını oluşturan ve aidiyetsiz mekân başlığı altındaC Blok (Zeki Demirkubuz, 1994), Tabutta Rövaşata (Derviş Zaim, 1996), GüneşeYolculuk (Yeşim Ustaoğlu, 1999), Uzak (Nuri Bilge Ceylan, 2002), Hayat Var (RehaErdem, 2006), Meleğin Düşüşü (Semih Kaplanoğlu, 2007) ve Çoğunluk (Seren Yüce,2010) filmleri aidiyetsiz mekân başlığı altında incelenmiştir. Bu inceleme yapılırkenfilm çözümlemesinde tarihsel eleştiriden, sinematografik anlamda ise “kare kareçözümleme” tekniğinden faydalanılmıştır. Filmlerde aidiyetsiz mekânlarıylaİstanbul, yaşamanın ve yerleşmenin mümkün olmadığı, tehdit eden kent halindedir.Aidiyetini mekânla ve bunun bir adım ilerisi olan kentle kuramayan 2000’ler TürkSineması’nın karakterleri İstanbul’da huzursuzluk içerisinde yaşarlar. Karakterlermekân olarak bedenleriyle de bir aidiyet ilişkisi kuramazlar. Aidiyet duygusununmekânı beden; filmlerde kıstırılmışlık, taciz, işkence gibi edimlerle de aidiyetsiz birmekâna dönüşür.TRDizin 2000’LER TÜRK SİNEMASINDA KENTSEL DÖNÜŞÜM(2018-03-01) Şeyma BALCIKentleri parçalama, ayrıştırma ve bölme süreci Türkiye’nin serbest piyasaekonomisine girmesine ön ayak olan 24 Ocak/12 Eylül 1980 dönüşümüylebaşlamaktadır. Neoliberalizmle birlikte kentlerin sürekli mekân üretimiylesermaye birikiminin bir parçası haline gelmesi paralel ilerlemekte, hemmekânın kendisi hem de kentler “meta” haline gelmektedir. Sermaye birikimininmerkezi haline gelen, küresel ve büyük yatırımların odağında, “pazarlanabilen”kentler neoliberal kent anlayışına uygun bir şekilde yeniden biçimlenmektedir.“Sermayenin kentleşmesi” olarak adlandırılan bu dönemde neoliberal kentpolitikalarının tezahürlerinden kentsel dönüşüm, “yaratıcı yıkım” stratejileri, “elkoyma yoluyla mülksüzleştirme” çıkarılan yasalarla uygulamaya konulmaktadır.Kentsel dönüşüm yasal olarak 2004 yılında çıkarılan 5104 sayılı Kuzey AnkaraGirişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu ile Ankara’da başlamasına rağmen bupolitikanın “başkenti” İstanbul olur. Yaşanan dönüşümlerin bir biçimde görünürkılındığı alanlardan biri de sinemadır. Bu çalışmada, filmlerde “yaratıcı yıkım”stratejilerine eşlik eden, tehditlere gebe bir kentin/İstanbul’un hikâyelerinmerkezini oluşturduğu varsayımından hareketle, kentsel dönüşümün filmlerdenasıl temsil edildiği, film kahramanları üzerindeki etkileri, hangi imgelerlegösterildiği ve/veya duyurulduğu sorularına yanıt aranmaya çalışılmış ve2000’ler Türk sinemasının “sanat” sinemasına bakılmıştır. Bu bağlamda 11’e 10Kala (Pelin Esmer, 2009), Zerre (Erdem Tepegöz, 2012), Şimdiki Zaman (BelminSöylemez, 2012), Annemin Şarkısı (Erol Mintaş, 2014) ve Kaygı (Ceylan ÖzgünÖzçelik, 2017) filmleri, “tarihsel bir bağlam içindeki konumlarına göre ve tarihselgelişmelerin ışığı altında sınıflandıran ve inceleyen” eleştirel yaklaşımlardan“tarihsel eleştiri”yle analiz edilmiştir.TRDizin 2001 Sonrasında Türkiye Ekonomisinde Büyüme ve İstihdam: Türkiye’deki İşsizliğin Dinamikleri(2011-12-01) Gökhan UMUTTürkiye ekonomisi, 2001 yılından bu yana uygulanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ileekonomik bir dönüşüm geçirmiştir. 2001 yılından önce ekonominin üç temel özelliği dikkat çekmekteydi. Bunlar sürdürülemez bir iç borç dinamiği, mali sistemdeki yapısal problemler ve düşükbüyüme oranı olarak sıralanabilir. 2001 yılından sonra bu problemlerin ortadan kalktığı görülmektedir. Bunun yanında ekonomide başka sorunlar zuhur etmeye başlamıştır. Bu sorunlardan enönemlileri, şüphesiz işsizlik ve cari açık problemleridir. Özellikle 2001–2007 yılları arasında kazanılan yüksek büyüme oranlarının işsizliği azaltamadığı gözlenmiştir. Bu da ekonomide istihdamyaratamayan bir büyümenin olup olmadığı tartışmalarını gündeme getirmiştir. Bu çalışmada,2001 yılından sonra Türkiye ekonomisinin kazandığı büyüme ivmesinin işsizliğe etkisi tartışılacaktır. Çalışmanın temel iddiası, bazı iktisat teorilerinin ilham ettiğinin aksine mezkûr dönemde işsizlik ile büyüme arasında net bir ilişkinin olmadığıdır. Bu bağlamda öncelikle Granger NedensellikTesti ile değişkenler arasındaki ilişkinin yönü belirlenecektir. Değişkenler arasında net bir ilişkininbulunamaması işsizliğin dinamiklerinin ne olduğu sorusunu akla getirmiştir. Bu anlamda çalışmada, Türkiye’deki işsizliğin dinamikleri de tartışılmaya çalışılacaktır.TRDizin 2003 yılında Ankara atmosferi mantar sporları konsantrasyonu ve meteorolojik faktörlerin etkisi(2009-01-01) Nur Münevver PINAR; Talip ÇETERHavada bulunan ve konsantrasyonları meteorolojik şartlara bağlı olarak sürekli değişim gösteren mantar sporları, gerek atopik bireyler üzerindeki alerjik etkileri, gerekse immün sistemi zayıf/baskılanmış kişilerdeki fırsatçı patojenik etkileri nedeniyle önem taşımaktadır. Bu çalışmada, 2003 yılında Ankara atmosferinde bulunan mantar sporlarının tanımlanması ve spor konsantrasyonlarının meteorolojik faktörlere bağlı olarak değişiminin araştırılması amaçlanmıştır. Ocak-Aralık 2003 tarihleri arasında gerçekleştirilen çalışmada, mantar sporları volümetrik esasa göre çalışan Burkard aleti ile toplanmış ve mikroskopik olarak morfolojik yapılarına göre cins düzeyinde olası tanımlama yapılmıştır. Çalışma süresince 35 mantar taksonuna ait toplam 433.079 spor/m3 saptanmıştır. Bu sporların %75.5'i Cladosporium, %6.1'i Alter-naria, %2.2'si Leptosphaeria, %2.2'si Ustilago, %2.1'i tek septalı askosporlar, %2'si Exosporium, %1.6'sı Pleospora ve %1.3'ü Drechslera olarak tanımlanmış; konsantrasyonları < %1 olan diğer cinsler ise atmosferdeki sporların %7.1'ini oluşturmuşlardır (%0.7-0.1 arasında değişen oranlarda Puccinia, Curvularia, Coprinus, Nigrospora, Periconia, Melanomma, Torula, Ascobolus, Agrocybe, Pithomyces, Stemphyllium, Ga-noderma, Boletus, Peronospora, Venturia, Paraphaeosphaeria, Epicoccum, Didymella, Chaetomium, Fusari-um; %0.09-0.01 arasında değişen oranlarda ise Oidium, Xylaria, Botrytis, Melanospora, Dictyosporium, Sporormiella, Tetracoccosporium). Spor konsantrasyonlarının mevsimsel dağılımı incelendiğinde; tüm aylarda mantar sporlarına rastlanmakla birlikte en yüksek değerin (100.697 spor/m3) Temmuz ayında, en düşük değerin (4268 spor/m3) ise Ocak ayında saptandığı izlenmiştir. Meteorolojik faktörlerin spor konsantrasyonları üzerindeki etkilerinin araştırılması sonunda; aylık ortalama sıcaklığın (> 20°C) güçlü artırıcı etki, ortalama rüzgar hızının (3 m/s) zayıf artırıcı etki, ortalama bağıl nem (< %50) ve yağış miktarının (0-20 mm) ise güçlü azaltıcı etki gösterdiği saptanmıştır. Çalışmamızda ayrıca, olası tanımlaması yapılan mantarların haftalık spor konsantrasyonlarını ve sporların alerjenite düzeylerini gösteren bir yıllık spor takvimi hazırlanmıştır. Bu çalışmanın verilerinin, konu ile ilgili diğer araştırmacılara ve alerjik hastalıkların değerlendirilmesinde klinisyenlere yardımcı olacağı umut edilmektedir.